Boynuinceli aşiretinden Sultan adlı genç kız, bir düğünde delikanlılarla tura oynayan Karacayurt aşiret beyinin oğlu Şifa adlı genci görür, ona âşık olur. Bir fırsatını bulup görüşürler. Birbirleriyle evlenmeye karar verirler. İki âşık bir daha ayrılmamak için saçlarından birer tel koparırlar, bağlayıp düğümlerler.
Çok geçmeden Kırşehir'de oturan Karacayurt aşiretini devlet şimdiki Suriye'ye sürgüne yollar. Sevgilisi Şifa ve obasının sürgün gittiğini duyan Sultan, bu olaya çok üzülür ve aşağıda iki benzeşmesini verdiğimiz şu ağıdı söyler. İkincinin tac beyitinde bu ağıdın Kul Yusuf'a ait olduğu bildirilir. Türkünün iki kıtasını Keskinli Hacı Taşan plağa okumuştur.
Bu ellerden göçtü m'ola obalar Üzerine giyer türlü dibalar Daha yar seversem olsun tövbeler Mestane gözlü yar gittikten sonra
Dünya zindan oldu bir firkat geldi Ayrılık oku da sinemi deldi Yürü fani dünya sende nem kaldı Mestane gözlü yar gittikten sonra
Viran bahçelerde gülü neyleyim Şu fani dünyada malı neyleyim Cenneti alayı gayrı neyleyim Mestane gözlü yar gittikten sonra
Kıyma felek kıyma bana yazıktır Dağıldı aşiret eller bozuktur Şifa oğlan gitti gönlüm eziktir Mestane gözlü yar gittikten sonra
Kalktı gönül kuşum göçtü çöllere Kanlı gözüm yaşı döndü sellere Başım sığmaz haymalara evlere Mestane gözlü yar gittikten sonra
***
Eski yurtdan göçtü m'ola obalar Eğnine giymiş türlü dibalar Bir daha yar seversem olsun tövbeler Mestane gözlü yar gidenden kelli
Dünya zindan oldu bir firkat geldi Ayrılık okudur sinemi deldi Yürü fani dünya sende nem kaldı Mestane gözlü yar gidenden kelli
Garip bülbül oynamasın gül ile Ömrüm geldi geçti ahu-zar ile Bir yastığa baş koymayam yar ile Mestane gözlü yar gidenden kelli
Benim yarim yad ellere bakmasın Ala karlı dağda duman kalkmasın Karlı buzlu soğuk sular akmasın Mestane gözlü yar gidenden kelli
Kul Yusuf'um der ki tabib olanlar Elmas cevahirde olsa şu dağlar Altın esvap giysem yakışmaz sağlar Mestane gözlü yar gidenden kelli
Aradan bir kaç yıl geçer. Sultan, kendisini isteyenleri sudan bahanelerle baştan savar. Sevgilisi Şifa'ya kavuşacağı günlerin hayaliyle günlerini geçirir. Babası, Sultan'ı biriyle nişanlar. Bu duruma çok üzülen Sultan, Tahir adlı birisine bir kese altın verir. Halep bölgesinde oturan Şifa'ya haberci gönderir. Sultan'ın başka biriyle evlendirilmek üzere olduğunu öğrenen Şifa, atını eğerler, düşer Kırşehir'in yoluna ve kendisini sevdiğine kavuşturacak atına şöyle seslenir:
Atım kalk gidelim Halep haneden Cümlenin rızkını verir Yareden Yemini kestireyim Eğri Kule'den Bu gece Kilis'te yatalım atım
Elbeyli'den nallatayım nalını Sultan kıza dokutayım çulunu Meylan deresinden Melcan Belini Çırpma çırpma geçelim atım
Ata yol mu dayanır kaçtığı zaman Dizgini boynuna düştüğü zaman Tek Göz'ün köprüyü geçtiği zaman Bugün de Antep'e yetelim atım
Bozaklı çayında Narlı deresi Rüzgar çalar kuyruğuyla yelesi Çıngılanır tırnağında nal sesi Bu gün de Maraş'ta yatalım atım
Maraş'tan ötesi uzun bir yoldur Tatar deresinde dizgini kaldır Göksün dağlarında öğleyi kıldır Bu gün Kayseri'de yatalım atım
Kayseri eteği Erciyes dağı Atın başı ince doru kısrağı Kızılırmak üğrü Nevşehir sağı Bu gün Nevşehir'e varalım atım
Şifa söyler şu Sultan'ım yar ise Yalan dünya tek başına dar ise Atım sende küheylanlık var ise Kırşehir'de yarime yetelim atım
Şifa, Kırşehir'e gelir, adamları vasıtasıyla Sultan kızla buluşur. Bir gece atının terkisine aldığı Sultan'ı Halep'e götürmek için düşer yola ve atına şöyle seslenir:
Ata nazar etmen hamayli takın İnin Melendiz'e menevşe sokun Karşında Toroslar kendini sakın Çaykavak belini aşalım atım
Uzun yoldur Çukurova ovası Cana can katıyor Tekir Yaylası Binboğa burnunda Külek Boğazı Şeker Pınarını geçelim atım
Seyhan deresinin içme suyunu Gece kalmadan geç Payas dağını Erzin'de ötede Hassa çayını Geçip de Halep'e yetelim atım
Bu türküyü, Avanoslu Cevat Bala, Ahmet Gazi Ayhan ve Zekeriya Bozdağ, doğdukları şehrin adlarını katarak plak ve kaset yapmışlar. Zekeriya Bozdağ, türküyü Karacoğlan adıyla okumuştur.
Kaynak: Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları - Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs - 2003, Ankara, s.46-47-48-49 |